30 Mart 2015

Bi Gezdik Geldik Sunumu

2010 yılında eşim Murat Tütüncü ile birlikte yaptığımız 6 aylık Güney Amerika seyahatimiz ile ilgili sunum yapıyoruz... Bekleriz...


27 Mart 2015

Bir Akyaka Turu...

1 ay önce dizimi sakatladım ve hala iyileşmedi, bisiklet süremiyorum. Bari eski turları yazayım dedim...

Kasım ayında güzel bir Akyaka turu yaptık. Aslında plan 2 gün sürmekti ama ben bir gününde hava muhalefeti nedeniyle yan çizdim :)

İzmir'de olmanın avantajını yaşıyoruz. Güzel bisiklet rotası olabilecek çoğu yere uzaklığımız sadece bir kaç saat. Bu sefer de bir gece önceden yine oraya mı, yoksa buraya mı gidelim diye bin tane plan yaptık ve Akyaka'dan yana tercihimizi kullandık. Cumartesi sabahı atladık arabamıza Akyaka'ya gittik. Hava soğuk olduğu için zaten tura çok erken başlamayı düşünmüyorduk. Önce otelimizi ayarlayalım ki döndüğümüzde rahat ederiz dedik.

Akyaka'nın merkezinde değil de bitişiğindeki Eski Maden İskelesi diye geçen koyda kalalım dedik. Tura da oradan başlamayı planlamıştık. Kış olduğu için sadece 1-2 otel açıktı. Hepsine fiyat sorduk. Aşağı yukarı aynı fiyatı verdiler ama aklımız İskelem Otel'de kalmıştı. Bize çok sıcak davranmışlardı. Konaklamak istediğimizi söyledik, bir de gece bisikletlerimizi odaya alıp alamayacağımızı sorduk ve gelen cevap: "Tabi alabilirsiniz, hatta rahat edin diye size suit odamızı verelim".... Daha iyisi olamazdı sanırım. Suit odaya 2 kişi oda+kahvaltı 100 TL ödedik sadece. Yaz fiyatlarının bu rakamla pek alakası yok tabi :)

Sen alacak dujjjj....
Şöminede bisiklet keyfi....
Giyinip süslenip Ören'e doğru yola koyulduk... Kış vakti yollar boş, hava güzel, güneş parlıyor.. Muhteşem bir tur oldu.

Toplam mesafe: 46,5 km
Toplam irtifa: 707 m
Sıcaklık ortalaması: 15C Kasım sonu....


Biraz HDR'nin azizliğine uğrayıp çift çıkmışım ama burada önemli olan çamlar, deniz ve pırıltılar zaten....
Burası Azmakbaşı diye geçiyor sanırım
Çikolata molası... Acıktık...

Çamlar, çamlar ve çamlar
Akşam da Azmak kenarındaki balıkçılardan birine gidiyoruz. Akyaka'daki restoranlar şimdiye kadar gördüğüm en iyi balık tezgahlarına sahipler. En eğlenceli yanları ise yemekte yanınıza gelen ördekler.. Her yer ördek...


Ertesi gün için planımız Sedir adasına gitmek ama ben gece biraz üşüdüğüm için sabah da yağmuru görünce cayıyorum. Murat da hazır benim yokken Sakar'a tırmanmaya karar veriyor. O nefes nefese tırmanırken ben...

Önce burada oturup bir şeyler yazıyorum.


Sonra burada bir kahve içiyorum.


Biraz mahallenin köpekleri ile oynuyorum. Biraz da bisikletle dolanıyorum tin tin...


Murat gelince de uzuuun bir yürüyüş yapıp ardınan eve dönüş yoluna çıkıyoruz...


48 saatten kısa süren bu tatil bize bir kaç haftalık enerji veriyor.. Haftasonu için bisikletli minik bir kaçamak yapmak isteyenler her yer araba ve insan dolmadan keyfini çıkartın sonra aynı huzur kalmayacak... 

13 Mart 2015

Biri desibel rekoru mu dedi?

Pınar Karşıyaka'nın basketbol maçlarını pek kaçırmayız.. Kombinelerimiz var ve hatta bir sene VIP bir sene normal kombine alıyoruz.. VIP'lerimizi bir sene nadasa bırakmak gerekiyor. Bu sene seyirci kitlesi gittikçe artan ve güzelleşen bir trend izledi ve sanırım son maçta yani Lietuvos Rytas maçı ile tavan yaptı.

Maç öncesinde Ege Park'a gidip arkadaşlarla buluşmak, Migros'tan biralarımızı alır almaz maç önü köftecilerinde sıraya girmek bizim için bir ritüel oldu adeta. Salonun önünde köfte, kokoreç hep var ama bu sefer fanstastik ötesi bir sofrayla karşılaştık. Resmini aşağıda paylaşıyorum. Mükellef bir sofra kurmuşlar BMW üstünde.. Ananas nedir arkadaş...  Ehl-i keyiflikte son nokta..


Bu köftecinin eskiden VW minibüsü vardı pek sevimli.. 
Hiç yemedim ama hastası çok...
Saat 18:00 gibi bile içeriye girmek için upuzun bir sıra olmasından belliydi bu maçın çok kalabalık olacağı. Biletler çıkar çıkmaz tükenmiş. Biz de çok oyalanmadan içeri girdik. Pota arkasında yerimizi aldık. İlk defa iki sıra koltuğun arasında bile seyirci olduğunu gördüm!!!  

Litvanyalılar da 20-30 kişi kadarlardı. O kadar az kişiye rağmen 3 tane de davul getirmişler. Çok hoşlardı. Zaten o kadar yoldan kalkıp deplasmana gelmiş olmaları bile KSK seyircisi gözünde onlara +1 puan katmıştı. 


Reeder Karşıyaka maçlarına sponsor olmuş ve her maç bir tane reeder veriyorlar. Bir de çitalı görsel ve slogan yapmışlar "reeder ile çitanız yükseliyor" diye. Ben beğendim açıkçası. Maç sırasında bol bol reklamı döndü.. Kuyruğunda top çeviren kırmızı-yeşil atkılı çita... Geçen maç üçlük yarışması yapmışlar, bu sefer soru sorup bilenler arasında çekiliş yaptılar.. 

Maçın asıl olayı desibel rekorunun kırılması oldu. Bir spor salonunda tezahürat ile ulaşılan en yüksek ses rekoru.. 126,5 dB...


Neyse ki maç öncesinde "safety first" deyip kulaklıklarımı takmıştım. :) Rahat rahat izledim, tezahüratımı yaptım. Yoksa yüksek sesten çok rahatsız oluyorum....

Uzun zamandır en eğlendiğim maç oldu. Bir de üstüne kazanıp bir üst tura geçtik. Şahane oldu. Maç sonunda Litvanyalıları ve Litvanya'dan gelen seyircileri tüm salon alkışladı. 

Son bir kaç maçtır VIP tribündeki bir ekip maça minik sürprizleriyle geliyorlar. En son hepsi mavi gömleklerini giyip Ufuk Sarıca olmuşlardı. Bu maçta da Dixon olmaya karar vermişler. Maç sonunda Dixon da onları es geçmedi, birlikte fotoğraf çektirdiler.


Hem Pınar Karşıyaka'nın oynadığı basketbolun keyfi hem de tribünlerin neşesi her geçen gün artıyor. Umarım tadı bozulmadan bu şekilde devam eder... 

11 Mart 2015

Izmir Duatlonu

Geçen sene Sasalı Piknik Alanı'nda Çiğli Duatlonu adı altında yapılan yarış bu sene İnciraltı'nda İzmir Duatlonu adıyla 8 Mart'ta yapıldı. Geçen sene yarışanlara çok özenmiştim. Bu sene kesin katılmaya kararlıydım. Murat'la gidip apar topar lisans çıkarttık. Ayağımıza yarış gelmiş, katılalım diyorduk.. Ta ki ben dizimi sakatlayana kadar.. Sol dizimde tendinit olmuş ve bir kaç hafta bisiklet, koşmak vs yasak. :( Bu yaz için fantastik bisikletli planlarımız olduğu için bu dizi kurtarmak şart.. Haliyle bana seyircilik düştü....

Hafta içi tamamen kuru olan hava yarış günü delice yağmurluydu. Kafalar, gözler yarılacak dedik ama neyse ki -bildiğimiz kadarıyla- ciddi bir kaza yaşanmadı.

11:30 gibi yarış alanına vardığımızda Elit grubun yarışı vardı. Değişim alanında koşuyu bitirenleri bekliyorduk. Önümüzdeki bisikletlerden birinin lastiği patlakmış meğer. Değişime gelen çocuk kahroldu. Neyse ki hemen jantı değiştirip yarışa devam etti. Jantı değiştirirken de kimsenin yardım etmemesi gerekiyormuş meğer. Ben olsam o anda yarışı bırakırdım herhalde. Çocuk azimle devam etti. Çok takdir ettim. Keşke bisikletinin numarasını alsaydım da sonucuna baksaydım. 

Değişim alanı...
Bu arada ortamda pek janjanlı bisikletler vardı. 2 tane BMC Time Machine vardı ki of ki ne of.. Sesi bile güzeldi bu bisikletlerin. Onlar dışında en güzel bisiklet ben katılsam yine benim Ruby'm olacaktı :):)

Elitlerden sonra sıra yaş gruplarına geldi. Murat'ın yarışı... Yaklaşık 80 kişi start aldı. 5 km koşu + 20 km bisiklet + 2,5 km daha koşu.. Ben de yarışsam bu grupta olacaktım. Sonuçlar açıklanınca gözlerim büyüdü. Bayanlarda hemen hemen herkes 22 dk'da bitirmiş ilk koşuyu!!! Erkeklerde 17 dk'da ilk koşuyu tamamlayan var!!! Tebrikler..

Yaş gruplarında engelli sporcular da vardı. Ben birini görebildim. Tek kolu vardı ve oldukça iyi gidiyordu. Yine pes etmek yerine azimle hayatına devam eden bir örnek daha.. Ne kadar güçlüler.. 

Yaş gruplarından sonra halk duathlonu başladı. En güzel kısım da buydu sanırım. Miniklerle başladı yarış.. Hepsi deli gibi hızla yarışa başladılar. Koşuyu kızlar önde bitirdi. Arkada kalanların yanına destek koşucular gitti gaz vermeye.. Çok sevimlilerdi. Çoğunun bisikleti de kendisinin iki katı büyüklükte.. Bu yaşta bu tadı alan çocuk sakatlanmadığı sürece sporu bırakmaz herhalde.

Sonuçta bol yağışlı, bol keyifli bir gün oldu. Parkurun Çiğli'den İnciraltı'na alınmış olması da iyi olmuş. Değişim alanı falan çok düzenliydi. Benim gözlemlediğim kadarıyla organizasyonda iki aksaklık vardı. Birincisi finish alanının kırık mermerli zeminde olması ve serilen mavi halıda koşanların mermerlerin arasındaki boşluğu farketmeyip bileklerini burkması (1-2 kişi gördük böyle), diğeri de protokol için ayrılan koltukların sadece ödül törenine göre düzenlenmiş olması. Finish alanına sırtları dönük oturmaları gerekiyordu :) Gidiş yoluna değil, sonuca puan veririm demişler.. 

4 Mart 2015

Bir viski tadımı daha...

İlkinin tadı damağımda kalınca bir kez daha BÜMED'in düzenlediği viski tadımı ve eğitimi "Whiskey Causerie"ye gittim. Bu seferki ilkinden farklıydı. İlki Chivas Regal ve Glenfiddich'lerden oluşan bir tadımken bu Johnnie Walker ve Chardhu, Singleton gibi single maltlara yer vermişti.

Program ufak tefek bir takım atıştırmalıklarla başladı. Yer Swiss Otel olunca atıştırmalıklara da özenilmiş.. Türlü peynirler, somonlar, füme etler ve şahane çikolatalar...

Yemek fotoğraflarını kendim çekmedim. Fotoğraflar için sevgili Selim Emerson'a teşekkürler...

Bu sefer mentorumuz Ertan Engin'di... 
Nam nam..
Nam nam nam..
Nam nam nam nam...
Nam nam nam nam nam...
Uzun uzun viskinin tarihçesine falan girmeyeceğim. Bir önceki postumda bu bilgiler detaylı bir şekilde mevcuttu. Yeni öğrendiklerimse şöyle;

Viski ilk defa yüzyıllar önce papazlar ve keşişler tarafından üretiliyor. İlaç için üretiliyor ve hatta acqua vitae deniyor, hayat veren su... Kızılderililer de yakıcı etkisinden dolayı ateş veren su diyorlar..

Viski tahıllardan üretiliyor. Amerikan viskilerinde minimum %51'inin mısır olması mecburi. Şimdilerde %80 oranlarında mısır kullanılıyor. Bu arada Amerika'da Tenesse haricindeki yerlerde üretilenlere aslında viski değil, burbon deniyormuş.

İskoç viskileri yasaya göre minimum 3 yıl, ortalama 10 yıl fıçılarda bekletiliyor ve nerede bekletilirse oranın kokuları sinermiş viskinin içine.. Nehirlerin, ormanların, denizin kokusu....

Viski tadarken önce rengine bakıyoruz. Viskinin rengi bekletildiği fıçıya göre değişebiliyor. İçinde daha önce tatlı İspanyol/Portekiz şarabı beklemiş fıçılarda üretiliyorsa daha koyu bir renk alıyor.

Sonra yağlılığını kontrol ediyoruz bardağı şöyle bir çevirip. Yağlılık da yıllanmayla alakalı..

En son da kokusuna bakıyoruz ve en nihayetinde tadıyoruz. Biz de kokudan aromalarını anlamaya çalışıyoruz ama ı ıh çok zor. Enteresan bir durum var. 4 tane viskiyi tek tek  bu aşamalardan geçirerek tattık. Sonra Ertan Bey viskileri sondan başa doğru sadece koklamamızı istedi ve bingo!! Biz de aromaları ayıt edebildik. Mantığı neydi bilmiyorum ama aromalar resmen yüzümüze çarptı... Sonraki 3 viski için de aynı şey oldu. Güzel bir deneyimdi.

Bir de "ada viskisi" denen bir olay varmış. İskoçya'nın batısındaki adalarda üretilen viskilere bu ad veriliyormuş. Bu viskiler çok yoğun is ve deniz kokusu içeriyormuş ve baharatı bol viskiler oluyormuş. Bu viskiler ya çok sevilirmiş, ya da nefret edilirmiş.




Neyse gelelim bizim tattıklarımıza..

1- Black Label: içinde yaklaşık 40 çeşit viski bulunduran bir harman viski. Viskinin Everest'i de denirmiş... Göreceli tabi... %60 malt içeriyor..

2 - Double Black: baharatlı bir tadı var.... ada viskisi (bu kısmını sallamış olabilirim)

3- Gold Label Reserve: 16-18 yıllık viskilerden oluşuyor. İçindeki ana karışanlardan birisi Clynelish Single Malt Whiskey. İsi az, bal kokusu çok yoğun... Benim favorilerimden biri oluyor.

4- Platinium Label: 18-23 yıllık viskilerden oluşuyor. Ağızda çok yoğun bir tat bırakıyor.

Viskinin ana malzemeleri su, tahıl bir de peat denilen çamurumsu bir tabakaymış. Bu sadece İskoçya'da oluyormuş ve İskoç viskisinin isli tadını, kokusunu veren peat dumanının isiymiş..

Kısa bir bilgilendirmeden sonra tadıma devam.. Şimdi single malt viskilere geçiyoruz.

5- Chardhu - Black Label'ın kalbini oluşturan viskiymiş. İlk yıllarında hatta çoook uzun bi süre iki kadın tarafından üretiliyormuş bu viski. Sonrasında JW bu imalathaneyi satın almış, bir süre de aynı kadınlar üretmeye devam etmiş.

6- Singleton (12) - Eskiden sadece İngiltere'de satılan bir viskiymiş. 2 ayrı fıçıda bekletilerek üretiliyormuş.Tattıklarım arasında en beğendiğim bu oldu benim.

7- Lagavulin - Ada şarabı. Uçak yakıtı da deniyormuş. Kokusu yangından az önce kurtarılmış gibi delice isli.. Tadına da yansımış bu durum. Çok çok çok baskın bir is tadı var. Sevmekle sevmemek arasında gidip geldim. Kesinlikle denenmeli, hastası olan çok olur diye tahmin ediyorum.

Viskiyi içindeki aromaya uygun yiyeceklerle tüketmek gerekiyormuş. Badem, fındık, füme et, peynir, balık vs... Tropik meyveler de iyi gidermiş. Bir de bitter çikolata... Black Label'ı kuru erikle denememizi önerdi Ertan Bey.

Yine çok keyifli bir etkinlik oldu. Normalde viskiyle arası pek iyi olan biri değilim fakat tadımları çok seviyorum. Bir öncekinde favorim Chivas Regal 18 olmuştu, bu sefer de Singleton 12'den yana oyumu kullanıyorum..

Bana oradan bir viski lütfen, buzsuz olsun...