17 Şubat 2015

Tam Bir Pazar Turu...

Haftasonları hava şartları elverdiği sürece uzun uzun bisiklet turları yapmaya çalışıyoruz. Bu aralar da havalar fırtınalı, soğuk gidiyor ama bu hafta Pazar gününün sıcaklık 10 derecelerde olsa da güneşli ve nispeten hafif rüzgarlı olacağını gördük ve hemen tur planları yapmaya başladık.

Arada bisikletlerimizi alıp direkt evden çıkıp turluyoruz, arada da arabanın arka koltuğuna bisikletleri atıp biraz daha uzaklara gidip tura başlıyoruz. Bu şekilde biraz daha pastoral ve trafiksiz yerlere ulaşabiliyoruz.

Geçen yazdan kalma bir fotoğraf... Arka koltukta keyif süren bisikletlerimizle birlikte yoldayız...
Ön tekerlekleri çıkartınca bisikletlerden birini koltuğa diğerini de arka ve ön koltukların arasına yere koyabiliyoruz. Bu şekilde güvenlik problemimiz de olmuyor. Bisikletleri hem arkadan çarpmalara hem de bir mola durumunda çalınmaya karşı korumuş oluyoruz.

Bu haftaki turumuza Murat ve Engin Kaban'la birlikte çıktık. Murat 3-5 alternatif rota çıkardı, en sonunda tercihimizi Seferihisar tarafından kullandık. İzmir'de en sevdiğim bisiklet rotalarından biri. Hem trafik az hem manzara hem de yollar güzel.. 

Rotamız kısaca aşağıdaki gibiydi. Turun Strava kaydına da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.strava.com/activities/255326695

Toplam mesafe: 72,1 km
Toplam irtifa: 1115 m


Harita üzerinde bakınca hiç de küçük olmayan bir alanı bisikletle katetmiş olmanın verdiği mutluluk müthiş...

Arabayı Seferihisar'ın Düzce köyüne bıraktık. İlk önce Azmak tarafına doğru indik.

Rüzgar güllerini hep sevdim...
Bisikletlerin gücü adınaaaaa..... Güüüüüç bizde artıııııık....
Evet yolun bir kısmı toprak ama yol bisikletiyle rahatlıkla gidiliyor.. 
Deniz kenarında koyun otlatan Dayı... 
Yol toprak olsa da rahat... Biraz köpekli sadece... 
Herkes bi alemde.. Kimin nerenin fotoğrafını çektiği belli değil.. 
Azmak sonrasında patika bir yolu geçip asfalta ulaşıyoruz. Amacımız Yörük Aile Evi'nde kahvaltı yapmak.

Sıcak pideler, tarhana çorbası, kahvaltı tabağı ve diğerleri.... 
Kahvaltı sırasında poyrazın da etkisiyle donduk.. O yüzden çok da oyalanmadan tekrar Demircili'ye doğru yola koyulduk. Demircili'yi geçen sene yine bisiklet turu yaparken keşfetmiştik. Denizi muhteşem.. Derme çatma bir tesis var. Sakin sakin kafamı dinleyip huzur bulayım, biramı içip denize gireyim diyenler için son derece güzel bir yer. Tek sıkıntısı soğuk su akıntısı olması. Soğuk su akıntısı bir yandan denizi buz gibi yapıyor ama bir yandan da suyun tertemiz olmasını sağlıyor.

Kışınsa haliyle bomboş....
Demircili sonrasında istikamet Bademler.. Yolda ani bir şekilde duruyoruz çünkü bahçelerden birinde karşımıza bu keçiler çıkıyor. Biraz uğraştıktan sonra, sahiplerinin de yardımıyla yavruları kucaklayıp Elmyra misali sıkıyoruz...

Pazar günü Bademler'in pazarı var... 2 demet kuzu kulağını kapıyorum hemen. Bademler Köyü'nün bir özelliği köy tiyatrosu olması. Bunun dışında da çeşitli kültürel aktivitelerin yapıldığı mekanlar mevcut. 

Bademler'den kısa bir süre sonra, 150 m'lik bir tırmanış ve bir inişin ardından arabaya varıyoruz. Saat yaklaşık olarak 15:00... 55 km civarında da mesafe yapmışız. Yetmiyor da yetmiyor. Bu sefer de Sığacık'a gitmeye karar veriyoruz. Pazar günleri Sığacık'ta da pazar kuruluyor. Satılan tüm ürünler el emeği göz nuru. Daha önce gitmeyenlere şiddetle tavsiye edilir. Pazarın benim için en güzel yanı ise enginar dolması satmaları. 
Ev yapımı börekler... 
Bu minibüsü alıp takım aracı yapacağım.. 

Bu da final fotoğrafı olsun... 
Sığacık pazarında gözümüz dönünce keşkek, gözleme, mercimek köftesi ve enginar dolmasına yumuluyoruz. Engin bir de üstüne baklava götürüyor...

Karnımız tok, keyfimiz yerinde arabalarımıza dönüp evin yolunu tutuyoruz.. 

6 Şubat 2015

Aaaaarı vız vız vız...

Hindistan'daki çalışma sırasında arılar ve ballar hakkında bir sürü bilgi edindim. Burada da paylaşmak istiyorum.

BrBee diye bir bal fabrikasına gittik ve burada bize detaylı bir sunum yaptırdılar.

Öncelikle balları ikiye ayırıyoruz. Birisi çiçek balı (blossom honey) diğeri de çam balı (honeydew honey). Dünya genelinde çam balının en güzeli Karaorman'da olurmuş.. Çam balı dediğimiz şey aslında çamların üzerinde yaşayan bir böceğin dışkısının arılar tarafından yenilmesiyle oluyor..

Bal dediğimiz şey aslında arıların kışlık yiyecek deposu. Petek üretip orada yiyeceklerini depoluyorlar. Peteğin üzerindeyken pır pır kanat çırpmalarının sebebi de ortamı havalandırıp nemini azaltmak. Zaten balın kalitesini etkileyen en önemli unsurlardan birisi de nem oranı. Nem oranı %18'den düşük olanlar kaliteli bal olarak kabul ediliyor.

Bal bozulmayan bir yiyecek. 3000 yıllık bozulmamış bal bulunmuş.

Kovanlarından kilometrelerce öteye uçarak polen toplayan bu muhteşem hayvanlar evlerinin yolunu dans ederek buluyorlar. Bir nevi harita yaratmak gibi bir şey. Arıların bu dansını keşfeden bilim adamı Karl Ritter von Frisch bu çalışmasıyla Nobel Ödülü kazanmış. Arıların yok olmaya başladığını ya da kaybolduğunu duymuşsunuzdur. Günümüzde her yerde baz istasyonu olması ve cep telefonu kullanılması arıların bu danslarını etkiliyormuş.

Hindistan'da tozlaşma zamanında arı kovanları kiralanıyor üreticiler tarafından. Bir kutu arının fiyatı 500 rupi. Avrupa bal arısı olarak bilinen apis meliferanın uçuş mesafesi 2,5 km. Kovanlarda işçi arı/erkek arı oranı her zaman altın orana uyuyormuş. 1.618..
Evlerin duvarlarındaki arı kovanları. Buradaki balı süzme bal olarak topluyorlarmış.

Başka bir örneği...

Çamurdan yapılma arı kovanı. Şu an için en doğal ve kullanışlısı buymuş. Nem dengesini ve sıcaklığı ayarlamak en kolay bu kovanlarda oluyormuş.

Arı adamlar :)
Bal arıların besini demiştim. Peki polenlerin olmadığı zamanlarda, örneğin kışın üreticiler ne yapıyor? Nohut ve birayı karıştırıp bundan yapay polen üretiyorlar. Arılar da bu polenlerle besleniyor. Yani arıları kandırmanın bir yolunu da bulmuşuz...

Arılardan sadece bal üretiminden yararlanılmıyor. Kovanlardan başka ürünler de elde ediliyor.

Propolis: Arıların kovanı tamir etmek için kullandığı bir madde. Her geçen gün halk arasında daha da popülerleşiyor. İyileştirme etkisi olduğu için kanser tedavisinde kullanılıyormuş.

Arı sütü (royal jelly): yeni doğan arıları beslemek üzere üretilen madde. Arılar 2 gün kadar bu ürünle besleniyormuş. Bir tosun olan kraliçe arı ise sürekli olarak arı sütü yiyormuş. Bu sebeple zaten diğerlerinden kat kat büyük oluyor. Bu arı sütünün saf olanı yani gerçek arı sütü altından bile pahalı bir madde. Çok fazla enerji veriyormuş. Bir kaşık yeseniz bütün gece uyuyamazsınız diyorlar :)

Arı zehiri (apitoxin): Eklem romatizmasının tedavisi için kullanılıyormuş. Toplaması çok zor. Kovan girişine bir cam plaka konuyormuş. üzerine de elektrik yüklü kablolar yerleştiriyorlarmış. Arı elektrik dolayısıyla şoka girince zehir salgılıyor, üreticiler de bu zehir kristalleşince topluyorlar.

Kraliçe arı bildiğiniz gibi kovandaki arıların annesi. Kraliçe arı gençken daha çok işçi arı, yaşlandığında da erkek arı yavruluyormuş. Zaten bu sebeple üreticiler kovanlardaki kraliçe arıları 2 yılda bir değiştiriyorlar.

Kovanlarda altta bir delik oluyor. Arılar kovana giriş çıkışı buradan sağlıyor. İşte bu delik dışarıdan büyük görünse de iç tarafta oldukça küçük ve buradan arılar giriş çıkış yapıyor. Kraliçe arı ise tosun olduğu için bu deliğe sığmıyor ve kovandan çıkamıyor. Kovandakiler kraliçe arıyı kaybetmek istemiyorlar.

Bal kalitesindeki önemli unsurlardan biri de içindeki fruktoz/glikoz oranı. Kristalleşmenin önlenmesi için bu oranın küçük olması gerekiyor. Çam balı, akasya balı gibi ballar 2-3 yıldan önce kristallenmiyor.

Üretim aşamasına daha doğrusu toplama aşamasına gelirsek de şöyle. Her kovanda 9-10 tane çerçeve oluyor. Her çerçevede yaklaşık 3 kilo bal oluyor. Üreticiler buradan 2 kilosunu kendilerine alıp 1 kilosunu arılara besin olarak bırakıyorlar. Kovandaki arılar hastalanırsa ya kovan tamamen atılıyor ya da ilaç veriliyor. İlaç verildiğinde 15-20 gün bal alamıyorlar. Bu arada cannabis gibi bitkilerden de bal üretiliyor tabi.. Bu balları genelde böcekler tedavi amaçlı olarak tüketiyormuş.

Son olarak, dünyada en fazla bal tüketen ülke yıllık kişi başı 2 kg ile Yunanistan'mış.

Bal tadımı diye de bir mevzu varmış. Biz orada aşağıdaki balları deneme şansına sahiptik... Bizim gittiğimiz yer monoflora yani tek bir cins çiçeğin poleninden yapılan ballar konusunda özelleşmişti.

  • Akasya balı: aslında akasyadan değil, rubinia denen bir çiçekten yapılıyormuş
  • Orman balı (çam balı)
  • Lychee
  • Ayçiçeği
  • Böğürtlen
  • At kestanesi
  • Indian Jujube
  • Kekik
  • Kişniş
  • Indian Borage

Bal çeşitleri ile iglili katalog.. Her balın şeker oranı, nem oranı gibi bilgiler mevcut.

Bunlara ek olarak bir de 12 yılda bir açan bir çiçeğin balını yedik ve muhteşemdi. Akışkan bir yapısı yoktu, acıbademe benziyordu tadı...


Bu arada, balların fiyatları da kalitesine ve cinsine göre çok çok farklı olabiliyor. Örneğin orada Lychee balını 200 rupiye alırken Indian Jujube balını 1075 rupi'ye alabildik.