31 Aralık 2014

2014'ü İstatistiklerle Kapatalım

2014 garip bir yıldı.. "Güzel geçti" desem tam öyle değil, "kötü geçti" desem (kendim için) haksızlık olur, "mmmmh eh işte" en doğrusu olur herhalde...

Neyse gelelim 2014 istatistiklerine...

Bu yıl başında Goodreads'te kendime 66 kitaplık bir "challenge" belirlemiştim fakat yalan oldu. 29 kitap okuyabildim sadece. Neler okuduğuma bakarsak:
  • Uygar Şirin - Karışık Kaset
  • Middlesex - Jeffrey Eugenides
  • Lizbon'a Gece Treni - Pascal Mercier
  • Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir - Emma Goldman
  • Yalancı Jakob - Jurek Becker
  • Venedik'te Ölüm - Thomas Mann
  • Franny ve Zooey - J.D. Salinger
  • Buzlar Kırılırken - Mikael Niemi
  • ODTÜ'den Geliyorum - Volkan Ertit
  • Operada Cinayet - Donna Leon
  • Aşk Köpekliktir - Ahmet Ümit
  • Bundan Sonra Bana İlk Dokunanın - Bodil Malmsten
  • Köpek Gibi Büyütülmüş Çocuk - Bruce D. Perry
  • Mavi Kurtlar - Ingvar Ambjornsen
  • Olduğu Kadar Güzeldik - Mahir Ünsal Eriş
  • Afrika Kafe - Faruk Budak
  • Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez
  • Deliduman - Emrah Serbes
  • Lea - Pascal Mercier
  • Kahramanlar ve Mezarlar - Ernesto Sabato
  • Seyahat Sanatı - Alain de Botton
  • Daha - Hakan Günday
  • Biz - Yevgeni Zamyatin
  • Veba - Albert Camus
  • Huzursuzluğun Kitabı - Fernando Pessoa
  • Ve Dağlar Yankılandı - Khaled Hosseini
  • Çocukluğun Soğuk Geceleri - Tezer Özlü
  • The Sixth Extinction - Elizabeth Kolbert
  • Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü
Bol bol da bisiklet sürdüm bu yıl. Bakalım neler yapmışım:

Toplam mesafe: 2113 km (Strava'da sadece 1897 km'si kayıtlı aşağıdaki rakamlar Strava'dan alıntı)
Toplam tırmanış: 8016 mt
Toplam spor zamanı: 113 saat 57 dk (54 bisiklet kaydı, 11 koşu kaydı)
Toplam QOM: 70

Strava da güzel bir video yapmış bu işler için. Bu linkten izleyebilirsiniz..

2014'ün bisiklete dair güzelliklerinden biri de Tour of Turkey'nin Bodrum-Meryem Ana etabını basın arabalarından birinde izlememdi... Bir de ödül töreninden sonra Mark Cavendish'le fotoğraf çektirince tadından yenmez bir anı oldu benim için... İzmir etabında da bol bol matara topladık :)




Güzel yurtdışı gezilerim de oldu.

Şubat           Milano - Venedik
Haziran       Danimarka
Temmuz      Sakız Adası
Ekim           Hindistan

Yurtiçi'nin şanslı talihlileri ise sıklıkla gittiğimiz sahil beldelerine ek olarak Adana, Gelibolu-Gökçeada ve Denizli oldu.

Bu yılın 3 büyük kazanımı oldu bir de benim için



Bir tanecik e-kitap okuyucum: Kindle Paperwhite 2
ve
Kontakt Lensler.

Son olarak... Bu yıl iki tane de dövme yaptırdım. "Bir kez yaptırırsan devamı gelir" demeleri boşuna değilmiş.

Ocak ayında bisikletli dövmemi,


Kasım ayında da kitap okuyan denizkızı dövmemi yaptırdım. İlki 1 saatte acısız bitince gaza gelip ikinci dövmeyi büyük yaptırayım dedim, 4 saat sürdü ve son 1 saati baya acılı geçti. Yine de değdi doğrusu...


Herkese mutlu, sağlıklı, huzurlu bir yıl dilerim... 

23 Aralık 2014

Incredible India - pt1

Aylar olmuş yazmayalı.. Eylül ayından bu yana günlerin nasıl geçtiğini anlamadım. Ekim ayında Hindistan'daydım 12 gün kadar. Sonrasında da işler öyle bir yoğunlaştı ki neye uğradığımı şaşırdım :) neyse, yıl sonu ile birlikte düzene girdiğime göre Hindistan'ı anlatabilirim artık.

Çalıştığım şirket Earthwatch adlı organizasyon aracılığıyla her sene dünyanın değişik yerlerinde yapılan bir sosyal sorumluluk çalışmasına destek veriyor. Geçtiğimiz yıllarda Yunanistan'da yunuslar üzerine bir araştırma olmuştu mesela.. Bu senenin şanslı projeleri Amerika kıtası çalışanları için Brezilya'da bir çalışma, diğer kıtalardaki çalışanlar içinse "Hindistan Himalayalarında Arı ve Kelebekler" projesiydi.

Earthwatch yıl boyu dünyanın değişik yerlerinde farklı konulardaki projelere destek veren bir organizasyon.. Web sitesini incelemenizi tavsiye ederim. İlginizi çeken projelere ücretli bir şekilde katılabiliyorsunuz.

İş başvuru fomlarından çok daha kastırıcı bir formla başvuru yapıp heyecanla sonucu beklemeye başlıyorsunuz. Bu sene ben de başvurmaya karar verdim ve Bingo! seçildim... Hindistan'daki projeye katılacak 10 kişiden biri olma şansına sahip oldum. Yurt dışına ilk iş seyahatimi eğlenceli ve yararlı bir iş için yapacak olmak harika bir şans... Bir yandan da ilk Asya seyahatim olacağı için büyük bir heyecan.

Şirketten temsilcilerle, projede acil durumla karşılaşırsak bize destek olacak uluslararsı organizasyondan doktorlarla ve tabi ki Earthwatch çalışanları ile telekonferanslar yaparak hazırlık sürecinde neler yapmamız gerektiği ile ilgili destek aldık... Kısa kısa size de anlatayım...

Vize: Hindistan vizesi şimdiye kadar en kolay aldığım vize oldu. Sadece vize için Ankara'ya gitmem gerekti. İzmir'de konsolosluğu olmadığı için bizi oraya yönlendiriyorlar. Başvuru formunu internet üzerinden dolduruyorsunuz.. 43 dolar ve bir dolu belge karşılığında başvurunuzu yapıp parmak izinizi veriyor, aynı gün akşam 17:00'de vizenizi teslim alabiliyorsunuz. Gideceklere tavsiyem 10:00'da konsolosluk önünde hazır beklemeleri ve 43 dolar'ı bozuk şekilde getirmeleri. Yoksa koştur koştur döviz bürosu arayışına girmeniz gerekebiliyor.

Hindistan'ın ne kadar renkli bir yer olacağı daha büyükelçilik kapısında belli oluyor. İçerisi hem karamsar ahşaplarla hem de rengarenk reklamlarla kaplı. Çalışanların İngilizceleri alışık olmayana şenlik yaratıyor...

Sağlıkla ilgili hazırlıklar: Söz konusu ülke Hindistan olunca en çok düşündüren şey sağlık oluyor tabi ki. Bunun için de International SOS'ten gelen bilgileri kullandım hem de Hudur ve Sahiller Genel Müdürlüğü'ne uğramam gerekti. Bazı aşıları yapma yetkisi onlarda. İzmir'deki şubeleri Pasaport iskelesinde. Normalde iskelede vapurdan inince sağa dönüp gidiyorsunuz ya.. İşte Seyahat Sağlığı Merkezi için sola dönmeniz gerekiyor. İskelenin en ucundaki binanın köşesindeki pencereler doktora ait. Herhalde daha güzel bir ofis manzarası düşünülemez.. Neyse.. Ben tifo ve çocuk felci aşısı oldum. Normalde Hindistan için çocuk felci gerekmiyormuş fakat yeni bir yazı ile tekrar yapılmaya başlanmış. Bunlara ek olarak kırsal alanda çalışma yapacağımız için kuduz aşısı oldum. Bir de sıtmaya karşı ilaç aldım. Tetanoz ve hepatit aşılarımın koruyuculuğu devam ettiği için tekrar olmam gerekmedi. Sivrisinek'ten korunmak için %40+ DEET oranına sahip sinek kovucular da aldım ama açıkçası hiç kullanmadım. Zaten yaptığımız çalışmalar arı ve kelebek görmeye yönelik olunca üzerinize böcek kovucu sıkınca yaptığınız çalışmadan bir şey anlamak mümkün olmuyor..

Kıyafet, ıvır zıvır: Sadece Hindistan'da değil, başka ülkelere de giderken kullandığım 2 güzel eşya var. Biri iç bel çantası. Pasaportumu, kredi kartımı ve fazla paramı burada taşıyorum. Bir de içten fermuarlı kemer. Bunun içine de bir miktar parayı koyuyorum ki herhangi bir gasp vs durumunda elimde yine de para kalsın. İç çanta Deuter, kemerse Jack Wolfskin. Farklı markalarda da benzer ürünler vardır sanıyorum ki.. Bir de trekking botumu değiştirmem gerekti. Bu işte en çok zorlandığım kısım oldu. Kocaaaa İzmir'de ayağıma olan bir tek ayakkabı bulamadım. Tam mevsim geçişiymiş, modeller kalmamış vs vs.

Bir de şirketten bir paket geldi. İçinde su matarası, tshirt, ilkyardım çantası, fener, rehber kitap gibi güzel düşünülmüş bir dolu eşya vardı. Bu paketin bana ulaşması da ayrı bir çile oldu gümrük operasyonları dolayısıyla ama bu ayrı bir konu...



Hazırlık aşaması böyle... Uçak biletini THY'den aldım. Direkt İstanbul - Yeni Delhi uçuşları var. Uçuş saatleri pek hoş olmasa da direkt olması büyük avantaj.

9 Eylül 2014

5-6-7 Eylül Çiğli Yol Yarışları

Bu haftasonu İzmir'de bisiklet yarışı vardı. Yapılacağının sinyallerini aldığımız ilk andan beri katılmak istiyordum ama ne yazık ki katılamadım. Büyük Bayan yarışı Cuma 13:30'da yapıldı. Katılsam zaten zaman sınırında bitiremeyecektim muhtemelen ama olsun yarış halinde kendi başarımı da görmek güzel olacaktı ama olamadı....



Temsilci olarak evden Murat'ı gönderdim ben de yarışa :) kalabalık bir grup halinde İzmir'den ferdi sporcu olarak katıldılar. Ben de takım arabası içinde destek verdim. Su dağıtımına yardımcı oldum. Arabanın içinden yarışı çok iyi takip edemedik. Yarış toplam 4 turdu. Destek verdiklerimizin bir kısmı ilk turlarda bıraktı. Kalanların da son sularını verdik ve 2. turdan sonra arabayı piknik alanına çekip yarışı izledik. Lassa ve Torku'nun dominantlığını görmüş olduk.

Yarış Sasalı Piknik Alanı'ndan başladı. Etraf güzel bisiklet kaynıyordu. Bisiklet yarışlarının en sevdiğim yönlerinden biri de bisikletleri izleyebilmek.... Ehuhu bisikletler güzeldi diyorum ama ortamdaki beyaz Specialized Venge dışındakiler benim Ruby'mden güzel değildi :)

Yazıyı yazma amacım biraz yarışın aksaklıklarından bahsetmek. Belki yazı bir yerlere gider de dikkate alınır. Dışarıdan gözlemleyen biri olarak yorumlarımı yazıyorum, sıkıntıları yarışın içindeki kişilere de ayrıca sormak lazım. Çok daha farklı şeyler duyacağımıza eminim.

İlk eleştirim Büyük Bayan yarışının Cuma gününün ortasına konmuş olması. Keşke hafta sonu olsaydı. Sadece 5 bayan katılmazdı belki.

Yarış günlerce önceden 160 km olacak diye duyuruldu. Parkur açıklandı. Bir kaç gün sonra parkur değişikliği bildirildi. Buraya kadar ok. Yarış başlamadan hemen önce hakem start yapmadan bir konuşma yapıp Sasalı Pinik Alanı'nı dönen kısmın iptal edildiğini, yarışın 130 km kadar süreceğini söyledi!!! Üstelik yarış ilan edilenin tersi yönünde başlıyordu. Bu arada yarış 130 km de sürmedi, 120 km'de bitti.. İnanılmaz bir şey. Aşırı amatör...

Hakem uzun uzun anlatıyor...
Parkur normalde sık sık bisiklet sürdüğümüz bir yer. Yol kalitesi baya düşük olan, çukurlarla dolu bir rota. Yarıştan önce asfaltın yenileneceğine dair söylentiler duymuştuk, belki de umut etmiştik ama sadece çukurları kapatmakla yetinmişler. Onların bile tam performansla kapandığından emin değilim. Neyse ki takip ettiğimiz kadarıyla ciddi bir kaza olmadı.


Bu arada sabah yarışın yapılacağı yere arabayla korka korka gittim. Yollar kapanır, arabayı nereye koyarım vs diye. Yolda tek bir uyarı yazısıyla karşılaşmadım. Zaten tam olarak yolları kapatamamışlar ki biz takım arabasıyla giderken arkamızdan bir amca korna çala çala gelip takım araçlarının arasına girdi. Başka bir yerde de yola kamyon çıkması dolayısıyla kıl payı bir kaza atlatıldığını biliyoruz. Çok ciddi bir eksiklik.

Bütün aksaklıklara rağmen izlemesi çok keyifliydi. Umarım seneye ben de katılabilirim.
Keşke bu tip yarışlar daha fazla olsa ve yollar da buna uygun olarak yapılsa. İzmir'i bisiklet kenti yapmak için dev bir adım atılmış olur.

6 Ağustos 2014

Biraz Bisikletli Bayram Tatili

İstanbul'dayken tatilden 1 ay önce tüm planları ve rezervasyonları yapmış olurdum. Nerede ne tadılacak hepsini çalışırdım. İzmir'e taşındığımızdan beri tatillerde bir miskinlik hakim olmaya başladı bizde. Son bir kaç bayram tatilinde son güne kadar ne yapacağımıza karar veremedik bir türlü. Bir yandan da tabi konaklayacak yer bulamazsak çadırımızda kalabileceğimiz için de rahat davrandık.

Bu bayramda da aynısı oldu...

Önce Cumartesi günü tatlı tatlı bir bisiklet turu yapalım dedik. Sabah 05:30 gibi erkenden kalkıp Urla'ya gittik. Karaburun yol ayrımına arabamızı park edip tura başladık. Artık ön tekerleklerini çıkartıp bisikletleri arabanın arka koltuğuna yerleştiriyoruz. Hem arkadan çarpmalara hem de çalınmaya karşı daha güvenli oluyor. Tabi arabayı biraz üzüyoruz ama napalım.

Neyse, turda hedefimiz Demircili Koyu'na gitmekti. Sadece Demircili'yi değil, bir kaç koyu daha ziyaret ettik. Meğer çok güzel yerlermiş. Daha önce hiç gitmemiştik. Sonuçta aşağıdaki resimdeki gibi 40 km'lik, yaklaşık 600 mt tırmanışlı bir tur yaptık.



Turun Strava kaydına buradan ulaşabilirsiniz.

Bir takım deli keçiler...
Turu tamamladıktan sonra Yörük Aile Evi'nde bir kahvaltı patlatıp Demircili koyuna denize girmeye gittik. Deniz pırıl pırıldı fakat bu sene girdiğimiz en soğuk suydu. Yakınında bir soğuk su kaynağı varmış sanırım.

Sahilde yatarken aşağıdaki güzel kelebek saatime kondu. Uzun süre de ayrılmadı. Rüzgardan uçamadı gariban...


Pazar günü Tour de France'ın finalini izledik. Hatta öncesinde de ilk defa yapılan kadınlar yarışı Le Course'u izledik. Tabi ki de Marianne Vos kazandı.

Pazartesi bisikletleri ve deniz malzemelerini arabaya yükleyip Balıkesir'e bayram kahvaltısına gittik. Sonra da bir değişiklik yapıp Çan üzerinden Çanakkale'ye gidelim dedik. Balya civarında bisiklete de uygun olabilecek çok güzel yollar var. Çam ağaçlarının içerisinden uzun bir süre gidiliyor. İleride denenebilir.

Planımız Eceabat'ta kalıp sabah Şehitlik turu yapmaktı. 3-5 pansiyona uğradık. Her yer dolmuş. Kabatepe'de bir çadır kampı olduğunu söylediler. Oraya gittik. Gece çadırımızda kalıp Salı sabahı Şehitlik turuna çıktık. Hem çadırda zaten erken kalktığımız için hem de güneşten kaçabilmek adına yine sabah 05:30'da kalktık. Bu sefer çadırı da toplamamız gerektiği için biraz geç kaldık. Yine de yola çıktığımızda güneş yeni doğuyordu. Güzel fotoğraflar çekme şansımız oldu.

Bayramın 2. günü şehitlikler çok kalabalık olurmuş. O yüzden mümkün olan en trafiksiz yönde dönelim dedik. Önce Kabatepe'den Eceabat'a geçip oradan Abide'ye doğru gittik. 73 km'lik, yaklaşık 900 mt tırmanışlı muhteşem bir tur oldu. Türkiye sınırları içerisinde yaptığım en güzel bisiklet turuydu sanırım. Yol kalitesi ve manzara oldukça iyiydi. Bir de trafik sorunu da yaşamadık. Bol bol tırmanıp indik ama bana da antreman oldu. Çok çok çok eğlendim. Kesinlikle tavsiye ediyorum. 70. km ve o kadar tırmanışın sonunda ben tükendim kampa döndüm. Murat Conkbayırı'na doğru da gitti. İyi ki onu takip etmemişim sırf tırmanmış..

Bu turun kaydı da işte burada.


Yolda bizi gören bir amcadan "aferin" de kaptık Abide'ye varınca.. Bizi Namazgah Tabyası'nda görmüş, sonra Abide'de görünce o kadar hızlı varmamıza şaşırdı.

Solda güneş yükseliyordu güneye giderken...

Ne de olsa Trakya'dayız... Günebakanlar...

Bağzı %10 eğimler....



Bu arada bu turda biraz iniş fobimi de yendim. 51,8 kmh hızı gördüm bir ara. Ama tabi ki de yolların boş ve kaliteli olmasının etkisi büyüktü.

Yokuş çıkamayan bir insan olarak bu konuda da kendimi aştım. %10'luk rampaları bile inmeden tamamladım. Uzun yokuşlar değildi ama toplam irtifa benim için bir rekordu :)

Turdan sonra bagajı toparlayıp hemen feribot sırasına girdik Gökçeada'ya geçmek için. Feribot olayı biraz komik. Aynı gün daha doğrusu 3 saat içerisinde 2 feribot kullanırsan Boğaz + Gökçeada için tek feribot parası ödüyorsun. 3 saati geçerse 2 feribot parası. Oldukça saçma ya feribotlara mesafesine göre fiyatlandırma yapsınlar ya da Boğaz + Gökçeada tek bilet olsun.

Neyse, Gökçeada'ya da geçince 3-5 pansiyon baktık ve yine çadırda kalmamız gerektiğini anladık. Bu sefer pansiyoncu teyzelerin "evli misiniz?" soruları ve baştan aşağı beni süzmeleri son derece sinirime gitti. Boş odaları olsa bile kalmayabilirdim. Haşema turizm iyice artmış Gökçeada'da anlaşılan. İnsanlar kendi yaşadıkları evlerinin içindeki bir odayı bile kiralar hale gelmişler.

Biz de geçen sene de kaldığımız Yıldız Koy'daki kampinge gittik. Çok cozy bir ortamı var zaten. Seviyoruz orayı. Kendi çadırımızı kurmak yerine onlarınkinden kiraladık. İçeride kocaman yatak da vardı. Rahatça 3 gece kaldık. Bir da Gökçeada baya rüzgarlı olduğu için ve Yıldız Koyu bir tepenin altında kaldığı için sabah güneşi rahatsız etmiyor çadırda.

Kampımız....
Çarşamba günü yine erkenden kalkıp bu sefer hiç oyalanmadan tura başladık. Ben önceki 2 gün dolayısıyla yorgundum aslında. Bir de bacağımda saçma bir problem oldu. Kasılmış gibi ağrıyor. O yüzden 30-40 km ağır olmayan bir tur yapayım dedim. Kendimize bir yuvarlak rota belirleyip çıktık fakat tahmin ettiğimiz gibi olmadı. Tur biterken yorgunluk ve sıcaktan tükenmiş durumdaydım. Tur sırasında adada 1 km dahi düzlük olmadığının farkına vardık. Daha önce arabayla gezerken yokuşlu olduğunu farketmiştik ama bu kadar abartı olacağını bilemezdik.


Özellikle Tepeköy ayrımından güneye inen yol beni öldürdü. Sayısız toprak sektörden geçtik ve yol hem toprak hem tırmanışlıydı. Yine de sadece bir yerinde bisikleti taşıyarak denize kadar indim. Bisiklet defalarca patinaj yaptı. Yol çalışmaları bitene kadar kesinlikle tavsiye etmeyeceğim bir yol. Onun yerine daha büyük ada turu yapsam daha az yorulabilirdim belki.

Toprak yollar.... 

Denize indikten sonra kocaman bir rampa daha bizi bekliyordu. Onun da çoğunu çıktım. Azmettim ama sonra nabzım fırlayınca sonunu yürümek zorunda kaldım.


Merhaba tırmanış...

Yukarıdan bir bakış...




Aydıncık plajına kadar direndim. Orada oturup mola vermek zorunda kaldık. Zaten sularımız da bitmişti. Su-kola molası oldu. Önümüzde kısa bir yol kalmıştı ama orada da insanlık için küçük olsa da benim için büyük bir tırmanış yapıp ardından 3 kilometrelik bir inişle merkeze vardık. Ben gps kaydımı merkezde kapatmak zorunda kaldım. Şarjım biterse kayıt silinir diye korktum %1'e inmişti. Merkezden Kaleköy'e doğru bi 3-4 km daha gittikten sonra kocamannnn bir kahvaltı yaptık. İşte o noktada Gökçeada'daki bisiklet hayatıma bir son verdim. Hem çok yoruldum hem de üst üste bir kaç gün boyunca 05:30 gibi bir saatte kalkınca uykusuzluk zorladı. Toplamda 55 km civarı bir mesafe ve 940 mt civarı tırmanışla tamamladık. İşte burada da bu turun kaydı var. Turun adını da Jens Voigt'a selam çakarak "Shut up legs!" koydum.

Sonraki günlerde miskinlikte tavan yaptım. Kitap okuyup yattım. Murat da 2 gün daha ada turuna devam etti. Bir gününde büyük tur yaptı. Yolda 3 kez lastiği patladığı için en son bitirmesine yakın gidip onu kurtarmam gerekti. Diğer günde de köylere giden tırmanışları yaptı. İşte ben bu süreleri hep bir o yana bir bu yana yatarak, kitap okuyarak ve In Treatment izleyerek geçirdim.
Evceyzimiz ve Murat'ın bisikleti...
Deniz konusuna gelirsek, Gökçeada gerçekten denizini çok beğendiğimiz yerlerden biri. Gizli Liman favorimiz. Şezlong şemsiye kiralayıp arkadaki cafeden de delice patates kızartması yiyerek günü geçirebilirsiniz. Deniz hem şaşırtıcı derecede sıcak hem de çok berrak ve bir sürü kovalanacak balık var. Tek sorun koca plajdaki 3 cafenin hiç birinde alkol olmaması. Buraya gitmeden önce buzluğu doldurup götürmek lazım.

Gökçeada dönüşünde bir klasiği daha gerçekleştirip Odunluk'a Elif'lere gittik. Gece güzel bir rakı masası kurup Elif'in kaşarlı köftelerini hüplettik. Sabahında da 1 saat kadar snorkel yaptık. Eskiden Odunluk'ta deniz 5-10 dk'dan fazla kalınamayacak kadar soğuk olurdu. Bu sefer 1 saat sonunda dondum. :)

Dönüş yolunda bir de Altınoluk'ta annemde mola verdik ve gece İzmir'e döndük.

Tatilin son gününü Tour de Dostlar Fırını ile şenlendirdik. Bunu ayrı bir yazıda anlatacağım.. Tour de Dostlar Fırını önemli bir klasik benim hayatımda :)

Tatili 1000 km araba, 200 km bisiklet turu ile kapatmış oldum.


18 Temmuz 2014

Sakız Adası haftasonu p.t. 2

Sakız gezimizin ikinci günü biraz yavaş başlıyor.. Ağır aksak kalkıp kahvaltımızı yapıyoruz. Zaten hayat yavaş, otelde kahvaltı 09:00’da başlıyor.. Otelin içinde mandalin/limon bahçesi olduğundan bahsetmiştim. Kahvaltı da bu yüzden turunçgül ağırlıklı.. Reçeller bahçeden.. Bir de Suzie muhteşem bir kek yapmış. İçinde portakallı bir sos, üzerinde de portakal dilimleri var.. Of..

Yavaaş yavaş hazırlanıp çıkıyoruz. Kambos’un müzesi olan Citrus Museum’a gidiyoruz. Beklentimizi karşılamıyor. Bahçede dolanıp çıkıyoruz. Aslında biz mi gezemedik bilmiyorum. İçeride bir de cafe var. Keyif yapmak için güzel bir yer. Ağaç altında, serin. Biz yeni kahvaltıdan kalktığımız için tercih etmiyoruz.
Bugünkü hedefimiz manastırlar ve adanın kuzeyi. Aslında Nagos Beach’i çok duyduk güzel diye ama oraya gidecek vaktimiz kalmıyor ne yazık ki. Kahvaltıyı ve yemekleri biraz kısa tutarak plana sıkıştırılabilir ama biraz daha keyif ağırlıklı ve düşük tempolu geziyoruz.

Adanın en turistik yerlerinden biri Nea Moni manastırı. Baya tırmanılarak gidiliyor. Biz bir yerde yolumuzu şaşırıp daha ufak Aziz Markou manastırında buluyoruz kendimizi. Aslında kaybolmamız iyi oluyor. Enteresan bir manastır çünkü. İn cin top oynuyor. Kapıdaki zili çalıyoruz, yaşlı bir teyze açıyor. İçeride bir de asker var. Teyze kapıda bize etek giydirip şal veriyor. Bende şort var diye sadece beni giydirecek sandım ama annelerde pantolon olmasına rağmen onlara da etek veriyor. Demek ki racon böyleymiş. Bir ara anvelop eteğim biraz yırtmaçlanıyor, teyze hemen gelip eteğimi kapatıyor J Asker ise bize hiç bakmıyor, hep başı önüne eğik.. Garip bir yerdi anlayacağınız. Manastır çok ufak. İçeride bir mezar var Markos’a ait.. Baya kutsal bir yer heralde.. 4 İncil'den biri olan Markos'la alakalı olabilir. Çıkışta ikram edilen lokumları hüpletip ayrılıyoruz.
İçeride fotoğraf çekmek yasaktı. Dış fotoğrafla yetiniyoruz....

Sadece manzarası için bile gidilebilir...
Biraz daha tırmanıp Nea Moni manastırına çıkıyoruz. Buradaki kilise, Yunanistan'ın mozaikleri yekpare halde bulunan 3 kilisesinden biriymiş. Yolu sapa olsa da içerisi oldukça kalabalık. Tırmandıkça geçen sene Sakız'da çıkan yangının boyutlarını biraz daha iyi anlıyoruz. Her yer yanmış. İçimiz acıyor. 


Nea Moni'den sonra Langada'ya balık yemeye gidiyoruz. Yolda giderken önce yel değirmenlerine uğruyoruz sonra da ilerlerken deniz kenarında bir manastır daha görüyoruz. Dayanamayıp giriyoruz ve bingo! Vaftiz töreni var içeride.. Herkes o kadar şık giyinip gelmiş ki.. Misafirleri izliyoruz resmen... Papaz ve anneler havuzun etrafında dönerken kaçıyoruz... Deniz kenarına bir de mezarlık yapmışlar ve dev bir haç koymuşlar.. Güzel fotoğraflık yerler. 
Yel değirmeni, rüzgar gülü.. Seviyorum bunları...




Langada yolunda bizim Kaputaş'a benzer muhteşem bir plaj görüyoruz. Ne yazık ki vaktimiz kısıtlı ve burada denize giremiyoruz. Langada bir balıkçı köyü.. Bize tavsiye edildiği üzere Paşa'ya gidiyoruz. Garsonlar az da olsa Türkçe konuşuyorlar. Hatta biz İngilizce sipariş veriyoruz, onlar Türkçe yanıtlamaya çalışıyorlar.. Burada da deniz ürünü ve uzoya boğuyoruz kendimizi.. Deli bir hesap beklerken 106 euro ödeyip çıkıyoruz. 

Merkeze gelince arabamızı sağsalim teslim edip rahatlıyoruz. Adanın yolları (bazı yerlerde) oldukça dar. Özellikle Kambos tamamen daracık sokaklarla doluydu. Evlerin de yüksek duvarları var. Mecburen her evin kapısına ayna koymuşlar da karşıdan gelen var mı görünüyor.. Yunanistan'daki gibi burada da trafik kazasında vefat edenler için öldükleri yerlere minik şapeller yapılmış.. Bir şapel sahibi olmadan araba kısmını atlatıyoruz neyse ki :)
Şapellerin boyutları ve görkemi çok değişken... 
Sakız merkezdeki mağazaların hemen hemen hepsi Pazar tatilindeler. Türk bir bayanın işlettiği bir hediyelik eşya dükkanına girip ufak tefek bir şeyler alıyoruz. Çok sempatik bir bayan. Adanın 2. Türk geliniymiş.. 
Pazar uykusu..
Ödediğimiz paraları yazmaya çalıştım fikir vermesi açısından ama kısaca şöyle söyleyeyim kişi başı 130-150 euro gibi bir masrafımız oldu her şey dahil.. Çok daha azına veya fazlasına da tatil yapılabilir ama tadında oldu böylesi...  

Son olarak.. Göztepeliler buraya da uğramış! 

Soldaki kapının üzerindeki yazılara dikkat... 

10 Temmuz 2014

Sakız Adası haftasonu p.t. 1

Sakız Adası burnumuzun dibinde ama biz yıllardır gidememiştik. Vizemiz olduğunda gideriz deyip ertelemiş, vize olduğunda da unutmuştuk. Bu sene anneleri de alıp Sakız'a gitmeye karar verdik. Anneler grubu yeşil pasaportlarıyla güzel güzel gidebiliyor ne de olsa...

Bilenler bilir 4 Temmuz Cuma günü ve gece İzmir fırtınadan yıkılıyordu. Feribot şirketi Ertürk Lines'ı aradım. Cuma günü Liman Başkanlığı feribotların çıkmasına izin vermemiş. Cumartesi için de bir şey belli değil, hava yine kötü olacak diye bir bilgi aldık. Yine de umudu kesmeyip Cuma gecesi hazırlandık. Cumartesi de sabah erkenden yola çıktık. Yolda tekrar aradık ve feribotun kalkacağını öğrendik.

Feribot için internetten aldığınız bileti gişeden boarding pass'e çevirmeniz gerekiyor. İki günün yoğunluğu birleşeceği için ek görevli de çalıştırmışlar, kısa sürede passlerimizi aldık. Feribot gecikmeli de olsa hareket etti ama ne hareket.. Zıp zıp zıplayarak gittik Sakız'a.. Bu arada feribotta çığlık atanlar mı dersin, çocuğuna sarılıp ağlayanlar mı... En son bir ara midesi bulananlara çöp poşeti dağıtıyordu görevliler.

Sakız'a sağsalim vardıktan sonra hemen arabamızı kiraladık. Mouzaliko Hotel'de yer ayırtmıştık. Otelimiz Kambos bölgesinde. Burası adanın turunçgillerle dolu bölgesi. Ceneviz mimarisiyle yapılmış taş evlerle dolu. Evlerin muhteşem bahçeleri ve dev duvarları var. Bizim otelimiz de taş binadan oluşan, içerisinde turunçgil bahçesi olan bir yerdi. Odaları da pek hoş yapmışlar, banyo muslukları vs hep eskitilmiş malzemedendi (belki de orijinaldi ama bilemiyorum)...

Tini mini otel bahçemiz..

Odalara yerleşip klasik ada turuna başladık. İlk durağımız siyah volkanik taşlarla kaplı Mavra Volia plajıydı. İlgi çekici gelmesine rağmen burada denize giremedik, rüzgar dolayısıyla deli dalgalar vardı. Adanın en ünlü köyleri güney tarafında ve biz de dahil gelen bütün turistler bir check listi tamamlar gibi aynı yerleri geziyor. İlk köyümüz Pyrgi. Burada evler kazıma usulüyle süslenmiş. Yani önce dışı badana kaplanmış sonra da şekilli şekilli kazınmış ve binaların dış yüzü geometrik şekillerle dolmuş. Kısa bir süre yürüyerek köyü gezebiliyorsunuz. Biz öğle yemeğimizi de burada bulduğumuz bir cafede yedik. Fiyatlar gerçekten ucuz. 1,5-2 euro'ya pita arasında köfte yiyebiliyorsunuz... Bira 2 euro, kutu kola 1,5 euro. Zaten nereye gidersek gidelim içecek konusunda bir tek Türkiye'de kazıklanıyoruz. Market ve restoran fiyatı arasında uçurum var bizde..


Balkonlarda domates kurutuyorlar.. Çok leziz görünüyor..


Bol bol tünel var.. Bir de kapılar sanki pygmelere göre yapılmış. O kadar alçak ki hep...


Binaların arasında böyle mini tünelcikler var.. 

Balkon tentesi bile aynı desenli muşambadan...
Neyse efenim mini mini sokaklarda gezimizi tamamlayıp arabaya biniyoruz ki bir süre sonra annem şalını düşürdüğünü farkediyor, Murat'la bir Pyrgi turu daha yapmak zorunda kalıyoruz.

Deniz molamızı Otelin sahiplerinden Dimitri'nin önerdiği Kato Fana plajında yapıyoruz. Kuytuda ve rüzgar yönünün tersinde kaldığı için deniz oldukça sakin. Tamamen kumluk bir plaj.. Suyu berrak, sıcaklığı güzel.. Her şey güzel hoş ama ben taşlık ve bol balıklı deniz seviyorum. Kumda balık görmek pek mümkün olmuyor.. Bu plajda da Mavra Volia'daki gibi tesis yok.. Zaten adada milyon tane plaj olmasına rağmen çok azında tesis var.

Yüzme faslından sonra adanın diğer ünlü köyü Mesta'ya geçiyoruz. Burası bir Ortaçağ köyü. Arabayı köyün duvarlarının dışına park etmek gerekiyor. Köy büyük surlarla kaplı bir kale gibi. Burası pek hoşumuza gidiyor. Bir sonraki gelişimizde burada da konaklayabiliriz diyoruz. Oturup birer Yunan kahvesi (!) içiyoruz..


Kilisenin bahçesinden..

Bu da... Bana Endülüs esintisi verdi bu kilise....

Belli ki Türklerden illallah demişler.. 

Mesta'da sokaklar daha bir daracık.. Araba girmiyor...
Akşam yemeğini Dimitri'nin tavsiyesi üzerine Kambos'taki Apomero'da yiyoruz. Canlı müzik, uzo ve meze istediğimiz için burayı öneriyor bize. Bir de üstüne rezervasyonumuzu da yapıyor saolsun.. Restoranda o gece düğün varmış meğer. Bahçeyi düğün misafirlerine ayırmışlar, biz içeride oturuyoruz ama yine açık havada sayılırız. Düğün olması bizim için çok hoş bir atraksiyon oluyor, hem yerel adetleri görüyoruz hem de orijinal sirtaki izleme şansımız oluyor.

Düğün çok ekspres başlıyor. Bu arada, başlıyor dediysem de ancak bizim yemek bittikten sonra geliyor misafirler 22:00 gibi. Gelin ve damat bahçeye girer girmez pasta kesip şampanya patlatılıyor. Sonra minik bir dans ve hoop gelin ortadan kayboluyor. 2. sahnede görüyoruz ki tarlatanını çıkartıp gelmiş. Bu arada gelinlik de önü kısa, arkası uzun bir hale gelmiş.. Sirtakiye hazır artık.. Gelin ve damat sirtakiye başlıyorlar.. Daha sonra damadın yerini ortamdaki en yaşlı amca alıyor ama gelinle el ele tutuşmuyorlar, bir mendilin iki ucunu tutup dansediyorlar.. Sonra o bir süre gelin sabit kalıyor, mendilin diğer ucundaki kişi değişip duruyor.. Sadece kadın-erkek değil, kadın-kadına vs de dans ediyorlar.. Gelin bir kez daha yok olup gelinliğinin birazını daha çıkartıyor, bu sefer mini etekli bir gelinlikle geliyor ve halaya başlıyorlar.. Sonrasını hatırlamıyorum çünkü masada uyuyakaldım :)

Yemeklere gelirsek, Sakız'ın klasiği kalamar ve ahtapot ızgaralarımızı söylüyoruz tabi ki.. Ek olarak karides, mürekkep balığı, Greek salad ve sebzeli bir yemek söylüyoruz.. Bunlar ara sıcaklar.. Mezelerin bir kısmı meze, bir kısmı uzo mezesi olarak geçiyor menülerde.. Sanırım uzo mezesi dedikleri daha çok bizim ara sıcaklara denk geliyor. Ana yemek olarak da kuzu, dana ve domuz etli yemekler söylüyoruz. Yanında bolca uzo içiyoruz. İkram olarak da en son meyve ve tatlı geliyor.. O kadar delice yiyip içiyoruz ki çatlamak üzereyiz ve hesap gele gele 107 euro geliyor.. 5 kişiyiz bu arada..

Otelimize gidip uyumuyor, sızıyoruz...